23 Ağustos 2015 Pazar
Türk Irkının Başbuğları Kimlerdir?
Konu tarih olunca, her kafadan farklı sesler yükselmekte, gerçeklerin bulunması zorlaşmaktadır. Kimi, Osmanlıcı fesli Tanzimat zamparaları,Timur ve Cengiz'i düşman göstermeye çalışırken, kimisi Atatürk'ü düşman göstermeye çalışmaktadır. Durum böyle olunca,dilim döndüğünce bu işi ayrıntısı ile anlatacağım...
Türklerin tarihteki tüm başbuğlarını sayarak başlayalım:Mete,Attila,Bumın Kağan,Kapgan Kağan, Bilge Kağan, Alparslan, Selçuk Bey, Çağrı Bey, Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Cengiz Han, Hülagu han, Osman Bey, Timur, Fatih ve şu an için Son Başbuğ Atatürk...
Bu isimler söz konusu olunca-hele bazıları- bazı kesimler kıyameti koparıyorlar. Efendim o Moğol Türk değil, putperest, camiye atla girdi, Sivas'a sulhen girdi, çocukları diri diri gömdürdü, İngilizlerle işbirliği yaptı ve sâire şeklinde çoğaltılabilecek bu örnekler, Türk Milletinin atalarına farklı şekilde yaklaşmasına sebep olmaktadır.
Başbuğları kısaca inceleyelim:Mete:Türk Milletinin kurucusu,Ordu sisteminin kurucusu,Turanı ilk gerçekleştiren Türk başbuğu, Attila:Batıya göçen Hunların başbuğu, Tanrının Kırbacı,Roma'yı kuşatan ve Papaya diz çöktüren başbuğ, Bumın Kağan :Bozkırın örnek Türk devlet tipinin kurucusu, Kapgan Kağan:Göktürkleri çağın en güçlü devleti konumuna getiren, Turanı gerçekleştiren Başbuğ, Bilge Kağan:Kitabeleri ile Türk Milletine ışık Tutan başbuğ , Alparslan, Selçuk Bey,Çağrı Bey:Anadoluyu Türk Milletine açan ve bu Aziz Vatanı Türk Yurdu yapan başbuğlar, Cengiz Han:Dünyanın en büyük devletini kuran,Askeri teşkilatı reform edip yeniden oluşturan,Çine diz çöktüren başbuğ, Hülagu:Abbasilere diz çöktüren başbuğ, Osman Bey:Osmanlı devletini kuran başbuğ Tümur:Hiç bir savaş kaybetmeyen,İzmir'i fetheden,Bilge kağandan sonra İlk defa Türk Devleti İsmini kullanan,Hindistan Fatihi başbuğ, Fatih Sultan Mehmet:Konstantinapolis'i Türkleştiren,İtalyaya sfere çıkan, Kırım Fatihi, Rum imparatorluğuna son veren başbuğ , Atatürk:Yozlaşmış Osmanlıdan silkinip yedi düvele karşı verilmiş büyük bir savaşla Türk devletini kuran, çağdaş inkılaplar yapan,Türkiye'yi halifelik külfetinden kurtaran başbuğ.
Bazıları Timur'u,Cengiz'i neden buraya koyduğumu soracaktır: Çünkü onlar Türktür ve bu ispatlı birer gerçektir.Gelin Cuveyniye kulak verelim: "Türkler ve Moğollar iki kardeş millettir.Hatta bu kardeşlik öyle güçlüdür ki aralarında ayrım dahi yapılamaz." Roux'ün da bizimle aynı fikirde oldupunu belirmekte fayda var. "Bu Başbuğlar,Türk Milletini acuna hakim kılmış büyük şahsiyetlerdir.Yapılan her suçlama,milli düşmanlık iddiası,asılsızdır..."
Bazıları ise Atatürke muhalefet edecektir.Onları Osmanlıcı geri kafalı zihinleri ile başbaşa bırakıyorum.Kadir Mısıroğlu dinlesinler... Son olarak,bir arkadaşım bana Türk milletinin en büyük 5 Başbuğu kimdir Diye Sormuştu.Elbette hepsi büyüktü fakat soruya cevap vermek gerekirse,sıra gözetmeden:Mete,Attila,Cengiz,Timur,Atatürk derdim.Bunu da ekleyeyim istedim.
Kürşad Görgen
Irkçı bir temel üzerine kendini şekillendiren, veyâ dış faktörlere tevcih eder biçimde şekillendirilen, bahsi geçen temel üzerine birleşen kitleler komünite olarak örgütlenir. Kitleyi, toplumu oluşturan bireyler arasında sıkı diye niteleyebileceğimiz bağlantılar vardır. Irkçı toplumu oluşturan bireyler, aynı kandan ya da yakın kandan geldiklerinden, millet olma şuurunun sâhibidirler ve tam olarak bir bütün oluştururlar, kan bağının bireylerin arasında, birlik, ortak çalışma ve dayanışma oluşturduğu belirtilir. Irk birliğine dayanmayan bir toplumda ise, yasaların bir arada tuttukları insanlar arasında hiçbir bağlantı yoktur, toplum yan yana yaşayan ve doğrultusunda birbirlerine maddi veyâhud fiziksel kaygı güden bireylerden oluşur.
Hasan Şendil
Hasan Şendil
-POPPER ÜZERİNE, BLOG BAŞLANGICI İÇİN KISA BİR YAZI-
Karl Popper, gençlik yıllarında sosyalist olmuş, fakat sonrasında bu fikrîyattan vazgeçmiştir.. Anılarında, bu olayı Marksizm'in nihaî hâkikâta ulaştığını iddia etmesini farkettiği vâkit ile başlatır. Sosyalizmin içinde olduğu dönemlerde
Marksistler, gerçekleşen her vâkâya "tam da olması gerektiği gibi, burjuvazi şöyle yapıp, kendi çıkarlarını kollama peşinde, hiyerarşiye örüldüler." zihniyetiyle açıklıyorlarmış ve her ne olursa olsun bütün olup bitenler durmadan onların teorisini doğruluyormuş. O vâkit, Karl Popper bu işte bir bit yeniği olup olmadığından şüphelenmeye başlamış, çünkü olan, biten her şeye yapılan ve mütemadiyen Marksistlerin haklılığını bir kez daha kanıtlayan düşünce ve felsefî yapı, Popper'a realist değil suni gelmeye başlamış. Bu yaklaşımı gerçeği ifade etmekten ziyade, bizim bu gün "komplo teorisi" dediğimiz türden, yoğun ön yargılarla dolu bir zihnin her olan biteni kafasındaki kurguya yorması olup olmadığını merak etmeye başlamış. Marksist düşüncenin nesnel kabullerini sorgulamaya ve etrafındakilere sormaya başlamış, bir süre sonra kimsenin yeterince bir şey bilmediğini, hemen hepsinin de birbirlerine güvendiklerini, "birileri biliyordur nasılsa, boşa mı toplandı bu kadar insan" mantığında olduklarını, yani bugünkü deyimle bir cemaat olduklarını farketmiş ve Sosyalizme inancı sarsılmış, buradan aldığı ilhamla teorisini kurmaya başlamış.
Marksistler de ki bitmez, tükenmez haklılık ve en basit olayları bile tarihsel-mega düzlemlerde değerlendirmeye kalkışma çabası hakikâten bir tür hastalıktır. Psikolojideki yansıtma ilkesini kullanarak, bana milliyetçi olduğum için "doktora görün" diye çığırtkanlık yapmaları da belki kendi hastalıklarıdır. "kurbağa göle atladı" desen, "çünkü ayrıydılar ve tarihsel diyalektik süreç çarpışmalarını gerektiriyordu" gibi cevâplar bile alabilirsiniz.
40 yıl önce, yazdığı bir anısında Popper bu yukarıda anlattıklarımı kendi üslubuyla anlatıyor, sonra, bu kaba rasyonalizminin tümevarımcı aşırılığından bahsediyor. Düşünüyorum, Popper'ın bunları beyân ettiği devirlerde henüz belki doğmuş bile olmayan veya saklambaç oynayan birileri sonradan marksist-leninist oldular ve ardından Sosyalizm geçerliliğini yitirince, çökünce hayâl kırıklığına uğradılar ve sonra da pöstmödeğn oldular. Mödeğnite'nin ve ğasyönalite'nin zararları üzerine konuşuyorlar. Tabii ki ezilenleri, ezenleri, araçları, amaçları en baştan bir daha tanımlamak gibi ufak değişikliklerle. Olsun, sonuçta Marx yine haklıydı, onlar ahlâken de, felsefî olarak da, her bakımdan yine doğru yerdeydiler.
Hasan Şendil
Karl Popper, gençlik yıllarında sosyalist olmuş, fakat sonrasında bu fikrîyattan vazgeçmiştir.. Anılarında, bu olayı Marksizm'in nihaî hâkikâta ulaştığını iddia etmesini farkettiği vâkit ile başlatır. Sosyalizmin içinde olduğu dönemlerde
Marksistler, gerçekleşen her vâkâya "tam da olması gerektiği gibi, burjuvazi şöyle yapıp, kendi çıkarlarını kollama peşinde, hiyerarşiye örüldüler." zihniyetiyle açıklıyorlarmış ve her ne olursa olsun bütün olup bitenler durmadan onların teorisini doğruluyormuş. O vâkit, Karl Popper bu işte bir bit yeniği olup olmadığından şüphelenmeye başlamış, çünkü olan, biten her şeye yapılan ve mütemadiyen Marksistlerin haklılığını bir kez daha kanıtlayan düşünce ve felsefî yapı, Popper'a realist değil suni gelmeye başlamış. Bu yaklaşımı gerçeği ifade etmekten ziyade, bizim bu gün "komplo teorisi" dediğimiz türden, yoğun ön yargılarla dolu bir zihnin her olan biteni kafasındaki kurguya yorması olup olmadığını merak etmeye başlamış. Marksist düşüncenin nesnel kabullerini sorgulamaya ve etrafındakilere sormaya başlamış, bir süre sonra kimsenin yeterince bir şey bilmediğini, hemen hepsinin de birbirlerine güvendiklerini, "birileri biliyordur nasılsa, boşa mı toplandı bu kadar insan" mantığında olduklarını, yani bugünkü deyimle bir cemaat olduklarını farketmiş ve Sosyalizme inancı sarsılmış, buradan aldığı ilhamla teorisini kurmaya başlamış.
Marksistler de ki bitmez, tükenmez haklılık ve en basit olayları bile tarihsel-mega düzlemlerde değerlendirmeye kalkışma çabası hakikâten bir tür hastalıktır. Psikolojideki yansıtma ilkesini kullanarak, bana milliyetçi olduğum için "doktora görün" diye çığırtkanlık yapmaları da belki kendi hastalıklarıdır. "kurbağa göle atladı" desen, "çünkü ayrıydılar ve tarihsel diyalektik süreç çarpışmalarını gerektiriyordu" gibi cevâplar bile alabilirsiniz.
40 yıl önce, yazdığı bir anısında Popper bu yukarıda anlattıklarımı kendi üslubuyla anlatıyor, sonra, bu kaba rasyonalizminin tümevarımcı aşırılığından bahsediyor. Düşünüyorum, Popper'ın bunları beyân ettiği devirlerde henüz belki doğmuş bile olmayan veya saklambaç oynayan birileri sonradan marksist-leninist oldular ve ardından Sosyalizm geçerliliğini yitirince, çökünce hayâl kırıklığına uğradılar ve sonra da pöstmödeğn oldular. Mödeğnite'nin ve ğasyönalite'nin zararları üzerine konuşuyorlar. Tabii ki ezilenleri, ezenleri, araçları, amaçları en baştan bir daha tanımlamak gibi ufak değişikliklerle. Olsun, sonuçta Marx yine haklıydı, onlar ahlâken de, felsefî olarak da, her bakımdan yine doğru yerdeydiler.
Hasan Şendil
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)